15 Temmuz Derneği’nin hayata geçirdiği Ortak Hafıza Dergisi’nin 3. sayısı, “Kültler, Kehanetler ve İhanetler” kapak dosyasıyla çıktı. Derginin Genel Yayın Yönetmeni Prof. Dr. Talip Küçükcan’la kültleri ve günümüzdeki karşılıklarını konuştuk. Ülkemizde başka kültlerin olup olmama ihtimaline de değinen Küçükcan, “Meşru ve otantik dini grupları ve cemaatleri de zan altına bırakmayacak bir dil ve yaklaşımla bu konuyu tartışmalıyız” dedi.
Her sayıda özel bir dosya konusu seçen Ortak Hafıza Dergisi, “Kültler, Kehanetler ve İhanetler” kapak dosyasıyla çıktı. Önceki sayılarda “Milletin ve Devletin Miladı” ve “Medyanın Darbelerle İmtihanı” konularını ele alan dergi, Türkiye ve dünyadaki darbeler, askeri müdahaleler, demokrasi ve milli iradeyi ortadan kaldırmayı hedefleyen yapılanma ve örgütlenmelere karşı uyarmayı ve bu konularla ilgili kalıcı bir “hafıza” oluşturmayı amaçlıyor. Derginin Genel Yayın Yönetmeni Prof. Dr. Talip Küçükcan’la kültleri ve günümüzdeki karşılıklarını konuştuk. Kültler ve dini görünümlü hareketlerin yol açtığı siyasal ve toplumsal yıkımlara dikkat çektiklerini söyleyen Küçükcan, örgüt tümüyle yok edilse de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşananların, FETÖ tehlikesinin bitmediğinin işareti olduğunu belirtti. Kült yapılarla ilgili tartışmamız gerektiğini de vurgulayan Küçükcan, “Gizemli yapılar olarak kültler ve herhangi denetime tabi tutulmadan manevi istismar peşinde koşan yeni dini hareketler, üzerinde titizlikle durulması gereken oluşumlardır” dedi.
Kültler, Kehanetler ve İhanetler sayısı tam da 15 Temmuz’un yıl dönümüne denk geldi. Bu sayıyla neyi hedeflediniz?
Bu sayıyla 15 Temmuz ihanet girişiminin arkasındaki örgütü yeni bir pencereden açıklamayı ve anlatmayı hedefliyoruz. Şimdiye kadar ki kavramsallaştırmaların FETÖ yapılanmasını etkili açıklayamadığı ve anlatamadığı gerçeğinden hareketle “kült” kavramı çerçevesinde bu örgütün deşifre edilmesini, İslam dini ile alakası olmadığının gösterilmesini, bu örgütün aslında İslami kavramların arkasına saklanarak kendisine meşruiyet sağlamaya çalışan bir yapı olduğunu açıklamayı hedefliyor. Bu anlamda “Kültler, Kehanetler ve İhanetler” tam da FETÖ ve benzeri örgüt ve yapılanmaları tanımlayan kavramlar olarak kullanıldı.
FETÖ, İslami ve dini bir cemaat olarak değil, böyle görüntü vermekle birlikte aslında “kült” yapı olarak İslam dinine, Türk milletine ve devletine ihanet etmiştir. Örgüt ve elebaşının kehanetlerinin peşinde koşanlar kendilerini bu ihanet çetesinin kucağında bulmuş, iradelerini bu yapının maniple ettiği sisteme teslim etmişlerdir. “Kültler, Kehanetler ve İhanetler” özel sayısı kültler ve dini görünümlü hareketlerin yol açtığı siyasal ve toplumsal yıkımlara dikkat çekmek, dini ve manevi kavramları araçsallaştırarak birey ve toplumu kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışan oluşumların inanç istismarlarına karşı vatandaşları ve kamu kurumlarını uyarmak, bu zararlı yapıların faaliyetlerine karşı gerekli önlemlerin alınmasını hatırlatmayı amaçlıyor.
KÜLTLER CEMAAT DEĞİLDİR
“Kült cemaat” kavramının Türkiye’nin sosyolojik yapısındaki dini oluşum ve kurumları zan altına bırakma riskine karşı bir uyarı ile sorunuza cevap vermeye çalışayım. Kültleri cemaat olarak tanımlamak onlara meşruiyet kazandırır, diğer yandan meşru ve makul cemaatlerin de aynı şekilde etiketlenmesine yol açabilir. Bu nedenle kültler cemaat olarak tanımlanmamalıdır. Gelelim insanların neden kült yapıların içine girdikleri sorusuna. Bu sorunun sosyolojik, psikolojik ve bu boyutlara ilaveten FETÖ örneğinde olduğu gibi güç ve iktidar elde etme gibi siyasal boyutları var.
ANLAM VE KİMLİK ARAYIŞI
Kültler insanları kendisine bağlayan, onların faillik ve rasyonel düşünme güçlerini ellerinden alan, bağımsız hareket yeteneklerini, bir başka deyişle birey olma özelliklerini buharlaştıran, son tahlilde onları sürü psikolojisiyle yöneten yapılardır. İnsanların anlam ve kimlik arayışı, güç ve iktidara ulaşma isteği ya da bir yapının dini olduğu zehabına kapılıp huzur ve kurtuluşa ulaşacağını zannetmesi, karizmatik bir lidere büyük ve mistik güçler atfetmesi gibi nedenler, onları kült yapılara iter ve bu yapılar karşısında iradesizleştirir. FETÖ dışında bunun son örneğini mayıs ayında Kenya’da yaşanan trajedide gördük. Paul Mackenzie adındaki açlık kültü lideri Kenya’nın Shakahola ormanlarında takipçilerine kurtuluşa ermek için aç kalarak ölmeleri gerektiği emrini verdi. Bu emire uyan 300 kişiden fazla insan hayatını kaybetti. FETÖ ile bu kült arasında mantık olarak bir fark yok. Her ikisi de manevi ve bedensel helaka, toplumsal karmaşa ve anarşiye neden olan kült yapılardır. Bu yapıları anlatırken bazı medya mensupları takipçiler için mürid kavramını kullanıyor ki bu da doğru bir tanımlama değil.
DİN ÖNEMLİ BİR ÇEKİM MERKEZİ
Böyle bir riskin hiç olmadığını söyleyemeyiz ancak meşru ve otantik dini grupları ve cemaatleri de zan altına bırakmayacak bir dil ve yaklaşımla bu konuyu tartışmalıyız. Bu konuyu dinin toplumsal hayattaki dinamik etkisine işaret ederek anlamak mümkün. Din, inanç ve maneviyat ister modern isterse geleneksel olsun bütün toplumlarda varlığını sürdürmekte, bireysel ve toplumsal tutum ve davranışları çeşitli oranlarda etkilemektedir. İşte bireyi ve toplumu etkileme, şekillendirme ve yönlendirme gücünden dolayı dini inanç, söylem ve kurumların zaman zaman amacı dışına çıkacak şekilde araçsallaştırıldığı, kehanet ve ihanetlerin odağına dönüştüğü ve dönüşebileceği gözleniyor. Tarih, dini kisve altında insanların maneviyatını istismar eden, hakikat arayışlarını sekteye uğratan, onlara kurtuluş vaat ederek peşinden sürükleyen ve sonunda peşine takılanları iflas ve felaketler ile yüz yüze bırakan kültler ve yeni dini hareketlere karşı uyanık olunmasını öğretir.
Diğer yandan insanın anlam arayışı da süreklidir. Her ne kadar toplumlar modernleştikçe insanlar dinden uzaklaşır, din bireyselleşir ve kamusal etkilerini kaybeder düşüncesi yaygın olsa da insanlığın yaşadığı tecrübe durumun böyle olmadığını, en modern ve akılcı toplumlarda bile dinin varlığını sürdürdüğünü göstermektedir. Yaşanan onca dünyevileşmeye rağmen, din önemli bir çekim merkezi olarak görülmektedir. İşte bu noktada gizemli yapılar olarak kültler ve herhangi denetime tabi tutulmadan manevi istismar peşinde koşan yeni dini hareketler üzerinde titizlikle durulması gereken oluşumlardır.
FETÖ’NÜN DİĞER KÜLTLERDEN FARKI
FETÖ uzun yıllar kendisini İslam geleneği içinde konumlandırarak meşruiyet elde etmeye ve etki alanını genişletmeye çalıştı. Yukarıda işaret edilen din, inanç ve maneviyatın ikna gücünü istismar ederek bunu bir iktidar arayışının payandasına dönüştürdü. Amacı dini ve manevi değildi ancak araçları öyleydi. Nihayetinde 17-25 Aralık sürecinde ortaya çıkan kuşkular 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte bu yapının dini olmayıp, diğer ülkelerdeki kültler gibi bir yapı olduğunu ortaya koydu. Bir başka ifade ile darbe teşebbüsü FETÖ’nün maskesini düşürdü ve bu yapının radikal, aşırı ve şiddet eğilimleri olduğunu bize gösterdi. Yapısal özellikleri itibariyle Jonestown, People’s Temple, Waco, Branch Davidians, Aum Shrinkyo, Moon Tarikatı gibi yapılara pek çok açından benzeştiğini söylemek mümkün. Bunlardan ayrıştığı nokta kurumsallaşma biçimleri denilebilir. Üniversite açmaları, medya imparatorluğu kurmaları, kamu kurumlarına örgütlü biçimde sızmaları FETÖ’nün alamet-i farikalarındandır.
FETÖ TEHLİKESİ BİTMEDİ
FETÖ, millet, devlet ve hukuk karşısında meşruiyetini kaybettiği için elbette eskiden bilindiği haliyle “Gülen Hareketi” olarak varlığını sürdürmüyor. Ancak özellikle yurt dışında farklı isimler altında varlıklarını sürdürdükleri, FETÖ etiketinden kurtulmak için şekil ve yöntem değiştirdiklerini, yeni kılıflara büründüklerini söylemek mümkün. Türkiye içinde ise yargı, kolluk ve istihbarat kurumlarının yaptıklarına bakınca örgütün tümüyle yok edildiğini söyleyebiliriz. Farklı hücrelerde hala saklanıyorlar. Nitekim 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi seçimlerin kendi diledikleri biçimde sonuçlanacağı hayaline kapılan örgüt üyeleri belli belirsiz kafalarını saklandıkları kuyulardan çıkarmaya başlamıştı. Seçim sonuçları bekledikleri gibi olmadığında inlerine geri çekildiler. Bu da FETÖ tehlikesinin bitmediğini, müdahale kararlılığının sürdürülmesi gerektiğine işaret ediyor.
ORDU SİYASET İLİŞKİSİ
Yeni çıkacak sayının kapak konusunu “Ordu, Siyaset ve Demokrasi” olarak belirledik. Bu konuyu kapak konusu olarak belirlememizin elbette önemli bazı nedenleri var. Bunlardan birincisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılını kutladığımız ve ikinci yüzyılına adım attığımız bu zaman diliminde siyaset alanının genişlemesinin ve demokrasimizin güçlenmesinin önemini vurgulamak. Türkiye’de neredeyse klişe haline gelen “Her on yılda bir darbe oluyor”, “Ordu belirli aralıklara siyasete müdahale ediyor”, “Siyaset her on yılda askıya alınıyor” şeklindeki cümleler demokrasi tarihimizdeki talihsiz olaylara işaret ediyor. Tarihten ders çıkarmak ve geleceğe daha güvenle yürüyebilmek için bu konuyu ele almanın gerekli olduğunu düşündük.
Diğer yandan siyasete her müdahalenin demokrasiyi ve demokratik kurumları zayıflattığı göz önüne alındığında asker ve sivil ilişkilerinin yapısının, bir başka ifade ile ordunun siyasetle ne kadar ilgilenip ilgilenmemesi gerektiği sorularının da anlam kazandığını görüyoruz. “Ordu, Siyaset ve Demokrasi” başlığının kapak konusu olarak seçilmesinin bir diğer nedeni de hangi şartlar altında siyasete müdahale ihtimalinin yükseldiğine işaret etmek.
SİVİL-ASKER MUHASEBESİ YAPILACAK
Yeni çıkacak sayıda ayrıca Türk siyasi tarihinde sivil-asker ilişkilerinin makul ve rasyonel bir zeminde bir muhasebesinin yapılması da amaçlandı. Bugün gelinen nokta itibariyle bakıldığında özellikle 2000’li yıllardan sonra ve bilhassa 15 Temmuz darbe girişiminden sonra önemli reformlar yapılmış ve ordunun siyaset üzerindeki gölgesi kaldırılmıştır. Söz konusu reform ve düzenlemeler olumlu gelişmeler olarak kaydedilse de bunların sonuçlarının ve uzun vadeli etkilerinin daha kapsamlı biçimde tartışılması Türk demokrasisi açısından sağlıklı sonuçlar doğuracaktır. Ortak Hafıza Dergisi bu sayı ile söz konusu tartışmalara bir girizgah yaparak katkıda bulunmayı amaçlıyor.